Heykel: Bruno Catalano |
Bugün 20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü…
Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre, 2020'nin sonu
itibariyle dünyada 82,4 milyon mülteci veya sığınmacı bulunuyor. BM,
mültecilği: "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti
veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku
taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya
dönmek istemeyen kişi" şeklinde tanımlıyor.
Genel kullanımda “göçmen”, “sığınmacı”, “mülteci”
kavramlarının karıştırıldığı ve zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı
görülse de mültecilikte “zorunlu bir göç” olgusunun bulunduğunu ve
“mülteciliğin” aynı zamanda hukuksal bir statü olduğunu belirtelim.
ASAYİŞ VE SOSYAL DÜZENE TEHDİT
Güvenlikçi politikaların, temel insan hakları ve hukuk devletinin önüne geçtiği günümüzde mültecilik ve mülteciler bir hukuksal statü olarak
değil asayiş ve sosyal düzene bir tehdit olarak algılanıyor.
11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından yaygınlaşan
güvenlikçi söylem, kapitalizmin yapısal ve döngüsel krizleri derinleştikçe hedef
tahtasına en kırılgan ve kolay hedef olan göçmenleri koydu. Sağ popülizmin
söylem dünyasında bereketli bir malzeme teşkil eden göçmenler artık her türlü
fenalığın, bozulmanın, kötülüğün müsebbibi idi.
-
Ekonomi kötüye gidiyor?
- Çünkü çok göçmen geldi, tüm
yardımları alıyorlar. Bütçeni çoğu bedavadan geçinen göçmenlere gidiyor.
- Asayiş bozuldu, sosyal sorunlar var.
- Çünkü çok göçmen geldi. Toplumun yapısını, kimyasını
bozdular. O yüzden ahlakımız da bozuluyor.
- İşsizlik artıyor.
- Çünkü çok göçmen geldi. Ucuza çalıştıkları için elimizdeki
işleri de aldılar.
İNSAN-ALTI BİR KATEGORİ
Sağ popülist siyaset bu bereketli malzemeyi tepe tepe kullandıkça ekonomik kriz nedeniyle eski konforunu yitiren, güvencesizleşen ve gelir kaybına uğrayan kesimler için çok kullanışlı bir nefret objesi ortaya çıktı: göçmenler…
“British jobs for British workers”
sloganının gölgesinde gerçekleştirilen Brexit referandumundan Fransa’dan,
İsveç’e, İtalya’dan Almanya’da ırkçı partilerin tırmanışına kadar Batı dünyasında
göçmenlerin söylem düzeyinde bir nefret objesi olarak kullanım alanının
yaygınlaştığını görüyoruz. Burada “obje” özne olamamış, özne dahi kabul
edilmeyen, edilgen, eğreti bir varoluşu sembolize ediyor. İrfan Aktan’ın gerçekleştirdiği söyleşide Tanıl Bora bu durumu şu
şekilde ifade ediyor: “Göçmenler insan-altı bir kategori gibi
görülüyorlar. Kayıt dışı ve insan dışılar, kağıtsızlar, statüsüzler; bir ‘fazla’
veya ‘artık’ nüfus teşkil ediyorlar; onlara her şey yapılabilir. Bir yandan da
müthiş bir tehdit kaynağı sayıldıkları için, üzerlerinde tepinilebilecek bir
yığın olarak görülüyorlar. Kendilerini ‘yerli’ kabul eden, hasbelkader bir
memlekette yerleşik olan insanların tehdit algılarına hitap etmeye çok
elverişliler.”
"BEN GÖÇMENLERE KARŞI DEĞİLİM AMA BU KADARI DA FAZLA!"
Elbette göçmen, mülteci karşıtlığı ve düşmanlığını sadece sağ
popülist siyasete mal edemeyiz. Dolaşıma girdikçe çoğalan ve yaygınlaşan bu söylemlerin
her kesimden birçok alıcısı bulunuyor. Bu konudaki neşriyat arttıkça nefret kervanına
katılanların sayısı da artıyor. “Ben göçmenlere karşı değilim ama bu kadarı
da fazla!” diye başlayan yakınmalar, göçmenlere “artık” negatif ayrımcılık
uygulanması gerektiğini hatırlatan tehditkâr cümlelerle bitiyor: “Hepsini
göndereceksin geldiği yere!” Bu yönüyle mültecilik makul ve makbul
vatandaşlığa da bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla aynı suçu makbul vatandaşın
işlemesiyle zaten potansiyel tehlike olan mültecinin işlemesi farklı yorumlara
yol açıyor. Temel insan haklarına, hukukun en temel prensiplerinden biri olan suçta
ve cezada yasallık ilkesine aykırılık teşkil etse de bunu savunan kişiler güvenlikçi
bahanelerin arkasına kolayca sığınabiliyor.
SUÇ İŞLEDİKÇE GÖRÜNÜR, EZİLDİKÇE GÖRÜNMEZ OLMAK
Günden güne yayılan mülteci karşıtlığının ilginç bir boyutu
da tekil örneklerle yapılan genellemelerin meselenin özünün
kaçırılmasına yol açması… Bu sayede göçmenler şeytanlaştırılırken; ülkenin olmayan
sınır politikası, olmayan göçmen politikası ve olmayan entegrasyon politikası
tartışma konusu bile edilmiyor. Ezcümle, kamusal alanda göçmen tartışmaları
meseleyi ortaya çıkaran nedenlerle değil, bu nedenlerin yol açtığı kriminal tekil
örnekler üzerinden yapılıyor. Böylece sınıfsal piramidin en altında yer
alan; güvencesiz, kayıtsız, kağıtsız, ucuz işgücü olan göçmenlerin sınıfsal
konumları da kendileri gibi görünmez hale geliyor. Ne yazık ki
milyonlarca yoksul göçmen ancak suç işlediklerinde görünür oluyorlar.
Yazıyı, Kemal Siyahhan’ın mülteci kitabından, bir Afgan mülteci
olan Abdülmelik’in sözleriyle bitirelim: “Dünyanın neresine giderseniz
gidin iyi koşullar bulsanız bile en az beş on sene çekersiniz, koşullar kötü
giderse inanın köle olmak mülteci olmaktan çok daha iyidir çocuklar.”
Sınırların ve pasaportların olmadığı bir dünya
özlemiyle…
Hiç yorum yok
Yorum Gönder